19 Temmuz 2016 Salı

Sır

Anadolu'nun uçsuz bucaksız diyarlarında kendini, bildiğini, adını, cismi dışında her şeyini unutmuş bir seyyah dolanırmış. Mecnun gibi avare bu seyyahın nereden gelip nereye gittiğini kimse bilmezmiş. İnsanlar, tanrı misafiri diye evine buyur etse döşeğini serse önüne sıcak bir kap yemek koysa da, seyyah durmaz yoluna devam edermiş. Çayırları döşeği, yıldızları örtüsü edermiş geceleri.

Gecelerden bir gece, seyyahın rüyasında bir çift göz zuhur etmiş. Seyyah, gözleri görünce nutku tuttulmuş, içini bir huzur kaplamış. Derken birden nefes nefese uyanmış seyyah. Çıt çıkmayan karanlık gecede bir rüzgar gelmiş yüzüne çarpıp ciğerlerini doldurmuş o an. Donmuş kalmış. Ne bir hareket edebilir olmuş, ne nefes alabilir. Sanki rüzgar ciğerlerine yer etmiş, sarılmış gibi kalmış iki büklüm. Ölümü düşünmüş o lahza, sevinmiş. Zira aradığına yaklaşmış hissetmiş kendini. Daha düşünmeye kalmadan içindeki tüm sesler yavaş yavaş susmuş ve tek bir ses belirmiş. Daha önce hiç bir şey duymamış gibi hissettiren bir ses 'Gel. Gel beni bul.' diye seslenmiş seyyaha. Ruha hükmeden güç 'Ol!' demiş gibi yahut zamanı dolup 'Öl!' demiş gibi emir telakki etmiş seyyah duyduğunu, tekrar yola koyulmuş.

Günler geceler boyu yürümüş hiç durmadan. Güneşin doğduğu yere doğru sanki güneşi yakalayacakmış gibi yürümüş. Fırtına, kar hiç bir kuvvet durduramamış onu. İçinde yanan alev sanki dünya sönse yeniden harlıyacak kadar kuvvetliymiş o dem. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş seyyah. Derken iklimi birden bir yumuşaklık sarmış. Ağaçları yeşilin her tonuna çalan ormanlar, suları gürül gürül berrak akan dereler, miski amber kokuları sarmış etrafını. Bir verimli bahçelere gelmiş ki seyyah, ağaçların dalları meyvelerin bereketinden neredeyse yerlere değiyormuş, kuşların cıvıltısı insanın tüm kederini alıp uçuruyormuş. Daha fazla dayanamamış seyyah kalbi, yığılmış kalmış bir agacın dibine. Yine de gözlerin ümidi ile dalmış hayallere.

Gözlerini hafif araladığında başında bir huri görmüş. Çok çok eskiden dinlediği bir hikaye belirmiş zihninde huriyi görünce ve anlamış nerede olduğunu. O sesi bulma isteği ile o kadar yol kat etmiş ki seyyah sonun da dünyada ki cenneti bulmuş, İrem Bahçelerini.
Huri tebessüm etmiş: ' Sonunda uyandın.'
Seyyah hiç duymamış gibi doğrulmuş yerinde ayağa kalkmak için hamle yapmış.
Huri: ' Aradığın her şey burada iken bu acelen niye?' demiş.
'Ben, kendimi bulamadıktan gayrı gerisi gurbettir bana.'
'Bir çift göz mü buldurucak sana cennette bulamadıklarını?'
'Bakmayı bilen gözler görücek aradığımı.'
'Adem'in yaptığını yapıyorsun ademoğlu! Cennete sırtını dönüyorsun!'
Hurinin sözleri sanki zihninin kapılarını sonuna kadar açmış seyyahın. Gülümsemiş, huriye dönmüş:
' Dinim de, adım da aşktır benim. Ademi cenetten kovduran da, adımı yazdıran da budur.'
Kim olduğunu, neyi aradığını biliyormuş artık.

Bahçeyi bir rüzgar sarmış önüne neyi kaktı ise alıp götürmüş birden. Geriye bir tek seyyah ve harap bir kulübe kalmış. Koşmuş kapısını açmış kulübenin. Aradığı gözler orada ete, kemiğe bürünmüş halde bir aynanın karşısında oturuyormuş. Prenses oradaymış. Lakin İrem'in oyun acımasızmış. Prenses  aynada ki geçmişine haps etmiş. Tek kurtuluş yolu ise aynanın sırrını kırmaktan geçiyormuş. Lakin aynanın sırrı o kadar kuvvetliymiş ki onu kıran insanın ruhu buna dayanamaz bedeninden uçarmış. Riyavet ederler ki Emre sırrı kırmadan, prensesin saçlarına eğilip koklamış ve o an Emre'yi oraya getiren şeyin saçlardaki efsun olduğunu anlamış. Prensesin saçları efsunlu olduğundan rüzgarlarla ile seyyahın gönlüne doğru bir bağ kurmuşlar ve yolunu aydınlatmış. Kederlenmiş seyyah. Dünyada ki cennetten vazgeçmek kolay olmuş ama gönlünde ki cennetten vazgeçmek zor gelmiş.
'Beni sana getiren yol elbet seni de bana döndürür.' diyip prensesi öpmüş ve sırrı kırmış. Prenses o an kabuslarından yalnız bir şekilde uyanmış.

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Beynimi Saçtım Vol.4

Artık saçılacak pek bir beynim kalmadı sevgili okuyucu, keza eskiden beyin olarak adlettiğim şeyin şimdi yüreğim olduğunu anlıyorum, ağırlaşıyor biliyorum, taşları sevmiyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=t8cELTdtw6U

Taşları yollardan toplayıp ev kurmaya çalışırken bel fıtığı olabilirsiniz mesela. Ağır yükler tek başına kaldırılmaz, yardım gerekir.

https://www.youtube.com/watch?v=rjyELfw9cc4

Çünkü yalnızlıktan korkmuyor. Yalnızken yoruluyorum. Bu aralar fazla sigara içiyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=rhsXHmMhBjo

Farkındayım tam şu satırlarda 'Bu ne amk? Bir şey diyeceksen de' diyorsun. Az daha sabır. Başlıyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=9Xk6za7YD8c

emperyal oteli'nde üc gece kaldikfazlasina paramiz yetmiyordugözlerin gözlerimden gitmiyordudördüncü gece sokakta kaldikkaranlik bir türlü bitmiyordusirkeci gari'nda sabahladikbilen bilmeyen bizi ayipladi
Bitti. Fazlasını söylemeyemiyorum.

Nuh

-Kimse seni yakalayamaz, eğer düşersen diye güzel bir şarkı sözü vardı, şimdi adını bile hatırlamadığım bir parçada.-

Sular yeni yükselmeye başlamıştı.
O bakmak için durdu.

12 Eylül 2014 Cuma

Umut

3 heceli bir gemi yüzüyor alyuvarlarım arasında,
Hüznü, yalnız gece sananlar basıyor o sıra mahremimi.
Kelimeler döküyorum benimle yaşasın diye,
En ince yerlerinden kopartıyorum keyiflerimi.
Sofrana tek tabak koyuyorsun,
YAPTIM DİYEBİLMEK İÇİN ÜZMÜYORUM SENİ.
Hecelerin biri zaten hep oradaymış.

31 Ağustos 2014 Pazar

Katline Ferman


İncelir, en kısa raksında bile yosmanın eteği,
Hayali, hayasız bir pezevenk eline düşeni.
Kemankeş Mustafa'nın yüz görümlüğü, piç talihi,
Kadıköy'ün arka sokaklarında bir gece dillendi.

Çek baba küreği, yamuk bu evren!
Kaymış mizanı, siktir çekerken!

Yedi tepeli bir garın, daimi müdavimi,
Koskoca salonda bir o gidenleri göremedi.
Hocalar ki her sabah, uykunun şerrini söyledi,
Gayrı katline ferman, yakmalı bu kenti.

20 Temmuz 2014 Pazar

BELA

Bela

Önce söz vardı. Ne kulak duyar, ne göz işitirdi bu sözü. Dudaklar oynamazdı bu söz söylenirken, gerçeğin sırrı ile mühürlenmiş olurdu. Ancak ten hissedebilirdi bu sözü, o da şüpheli. İşte tam sırrın açığa çıktığı an başlardı BELA. Teklik, çiftliğe döndüğü anda, anlam denen anlamsızlığın gölgesi inerdi gerçeğe, aks kırılırdı. BELA, vazgeçmemekti gerçekten, doğrulamaktı.

Sözün anlamlandırılması her zaman mantıksızdı. Keza söz, bütün ve tekti. Anlamsa her daim ikilikler doğurmaya gebe. Gerçek, ikilik kabul etmezdi, zira tek bir insan, tek bir dünya, tek bir evren, tek bir tanrı, tek bir söz ve tek bir aşk vardı. Peki bu tek aşkını yaşayan Adem’in, aşkını gerçek kılan Havva’sı, gerçeği de bozan mıydı?

Ademlerin kaderleri hep üst üste biniyordu alemde. Birinin sözü, diğerinin yazısı. Tüm bunlardan habersiz bir Adem çıkmıştı bir keresinde sahneye:

‘BEN BU DÜNYADAN BİR KERE ŞANIM İLE GEÇECEĞİM. VE ŞAN, BÜYÜK ZAFERLER KAZANANLARA DEĞİL, YENİLMEYENLERE YAZILIR.’ demişti.

Yenilmedi Adem. Kazanmadı da. Adem, alemlere, alem, ademlere karıştı sadece. Söz kırıldı, yazı taşındı. Anlatılan tüm kıssalar da aynı sözü aradı, aynı sözü anlattı.

Söz ile ilk karşılaştığımda dünya durmuştu. Sıradan bir Pazar günü akşamıydı. Tüm anlamlarıyla bir 7. gündü. Hayatta parça parça olaylar görürsünüz. Kiminden bir koku, kiminden bir renk, kiminden sadece sessizlik kalır geriye. Bunların kocaman bir yapbozun minicik parçaları olduğunu ancak bir 7. günde anımsarsınız ve sonra sizde ademe yakışanı yapıp ilk kıssayı anlatırsınız:

‘BENİ SANA GETİREN YOL, ELBET BİR GÜN SENİ DE BANA GETİRİR.’’

İlk yarayı da burada alırsınız. Artık olmuş olanın, yolunu bağlamalısınızdır. Ben, bırakıp kaçtım. Yakalandığımı sezdiğim an, hayvansal bir iç güdü ile yaptım bunu. Yakalanmak için kaçtım.

Oysa evren de, sayılar gibi oldukça açıktır. Tek yapmamız gereken biraz uzaklaşıp, resmin bütününe bakabilmektir. Başka bir deyişle olasılıkları bitirmektir. İçimizde ki azizeleri ve totemleri yıkmaktır.
Mekanik bir tek düzelik ile yola koyulup, her akşam sıcak yatağa yatmaktır. Tek başladığınız yolu, tek bitirmektir. Oysa Adem'in aradığı şeyin sırrı hiyelde değil simyada gizlidir:

'MEKANİĞİN BİTTİĞİ YERDE, HİSSİYAT BAŞLAR.'

27 Mayıs 2014 Salı

YEK

Yaygın olarak bilinen küçük kıyamet türlerinden biri de içsel ölümdü. Keza bu tip ölümlerde meftayı kaldıracak cemaat de mefta gibi ölü olduğundan, arkasından hayır duası okuyup, hakkını helal edecek kimse bulunmazdı. Lakin, hiç bir meftanın toprağa karışmadığı görülmediğinden, hakkın mucizesi olarak yeniden doğuş gerçekleşirdi. Zaten ölüm de tek başına korkulacak bir hadise değildi. Şekspir'in de dediği gibi: 'Korkulan ölümden sonra görülecek düşler.' idi.

Her nefis ölümü bir gün tadacaktı. Ölüm mutlaktı, ölüm haktandı. Lakin ölümün kişinin kendi elinden olmamasına ve hatta kendini öldürmesi en büyük günah sayıldığı halde, içsel ölümlerde adem neden kendi cellatlığını yapardı? Bu büyük yıkımın ustaca hünerini mi paylaşmak istemezdi? Yahut kendini öldürülmeyecek kadar kibirli mi görürdü? Satre doğru söylüyordu: 'İnsan, insanın cehennemidir!'

O büyük, dipsiz, sarp kuyulara ancak kendimizi atardık. Cellatımız bizi büyük bir nezaketle o kuyunun başına getirir ve orada bırakırdı. Bu raddede şuna da değinmemiz gerekir. Mutluluk dediğimiz hadise de bu kuyunun etrafında yaşanırdı. Bir zaman sonra cellat diyeceğimiz kişi ilk belirdiği anda bir melek olarak bizi o kuyunun başına getirdiğinde, kuyunun dibine bakar ve ne kadar yüksekteyim diye böbürlenirdik. O meleğe yanımızda olup bunu gördüğü için şükranlarımızı sunar, onu dualarımız ile kutsardık. Yalnız onun bunu görebileceğine inanırdık. Atilla İlhan'ın da dediği gibi: 'Onlar gibi değilsin sen, başkasın!'

Melek bir süre sonra, kendi kuyusunu düşünüp, onu merak ettiği anda ise insana dönüşürdü. Bunun olmasını ilk başta doğal karşılar, ona bu kuyunun ikimizi de yüksek göstereceğinden bahseder, bu haklı gururu paylaşmayı teklif ederdik. İnsan, karşısındakinin teklifini dinler, kuyuya alıcı göz ile bakar, eğer kendi kuyusuna benzer yahut daha derin değilse kalmayı seçerdi. Lakin kuyu, kendi kuyusundan daha derinse, bundan hayıflanır ve kendi kuyusunu derinleştirmek üzere gideceğinden bahsederdi. Tom Waits'in de dediği gibi: 'Seni seviyorum bebeğim ama daha eve yolum var.'

Gitmeye karar verdiği o son evrede ise insan, cellata dönüşür, bizi büyük bir nezaket ile orada bırakır ve giderdi. Cellatın bu davranışına sinirlenen biz de kuyumuza bir kez daha aşık olur ve onun her yerine sahip olabilmek için büyük bir şevkle atlar ve ölürdük. Her şeyin dediği gibi: 'SON'

25.05.2014
17:48
Emre Konuk

Dip not: Bunu da demesem olmazdı. Ahmet Kaya'nın dediği gibi: 'İçimde ölen biri var!'