Boğaziçi ünversitesi güney kampüsü o gün sakindi. Tabi bunda
deli gibi esen rüzgarın etkisi de yok sayılamazdı. Erkendi... Tiyatro provama
daha 1 saat vardı. Yapacak bir şey olmadığından banklardan birine oturup kitap
okumaya başladım. Kampüse yolu düşenler bilir, boğaziçinin kedileri ve
köpekleri meşhurdur. Çeteler halinde dolaşırlar ama kimseye zarar vermezler,
aynı zamanda oyuncudular... Sırnaşıkdırlar... Ama onlar da yoktu. Yarım saat
geçmişti... Kitaba iyice dalmıştım. Sağdan hızlıca bir kedi geldi, banka
zıpladı ve omzuma asılı bankın üzerinde duran çantamın üstüne yattı. O kadar
benimsemişti ki bir anda... Yavaşça sevmeye başladım ve gözlerini kapatıp
uykuya daldı. Ben de keyifle kitaba dönmek için kafamı çevirdiğimde gördüğüm
manzara o kadar keyifli sayılmazdı. Tam karşımdan bir alt sokağımda oturmasına
rağmen 2 senedir görmediğim eski kız arkadaşım ve eski lise sıra arkadaşım el
ele geliyorlardı. Bir şey yapmak istedim, ne yapacağımı bilemedim. Kalkıp gitmeyi
düşündüm ama hareket ettiğim an kedinin uyanacağını fark ettim, durdum. Kedi o
an benim için dünyanın en özen gösterilmesi gereken varlığı oldu. Kesinlikle
uyanmamalıydı. Sevmeye devam ettim, sevdikçe huzur doldum. Ben kediyi severken
iyice yaklaşmış ve bankın yanından merdivenlerden aşağıya inip kantine
giriyorlardı. Beni fark etmemişlerdi. Onlar kantine girdikten sonra kedi
yavaşça uyandı, önce gerindi sonra kafasını çevirip bana baktı ve geldiği gibi
hızla banktan atlayıp uzaklaştı. O günden sonra onları yine hiç görmedim.
Kediler ve kader... Bir bağ olduğu kesin.