18 Eylül 2012 Salı

16 Eylül 2012 Pazar

Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi şekil kardeşim

Gök kubbenin altında söylenmemiş söz kalmamış eyvallah ama bazı sözler var senin ağzından söylenmemiş, benim ağzımdan söylenmemiş bu kadar güzel anlamlandırılmamış daha önce. Hemen güzel bir örnek veriyim size. Turgut Uyar'ın o meşhur dizileri nasıl yazdığını tahmin ediyorsunuz?

'' Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım''

Ateşli bir tartışmanın ortasına bağırmış çağırmış ama sevmiş bir Turgut'un ağzından dökülüyor bence bunlar. Sevdiğine kızarken kendine olan tüm nefretini ortaya dökmüş bir adamdan. En önemlisi seven bir adamın ağzından dökülüyor bunlar. Tüm göklerden farklı kendi göğünü gören bir adamdan.

Böyle şeyleri anlamlandırmak da o kadar zor değildir. Bazen her şeyi anlamlandırmaya omuza dökülen bir damla göz yaşı yeter, yahut tüm o güzel çimen yeşillerini, yeşilliklerinden utandıracak bir nefret yeşili. Bazen içten bir sarılmadaki bir nefes alış yeter, ciğere yapışan bir koku. O koku ki Nil Karaibrahimgil'i bile anlamlı kıldırır bu hayatta.

Birini sevmek için bir gülüş yettiği gibi birini öldürmek için de bir damla göz yaşı yeterlidir o zamanlarda. Seslerin en kısıldığı anlar kalplerin yaklaştığı anlar ise geçmişleri de o kadar ortak kılar. Birine yapılmış bir yanlışı kendinden öte kardeşine yapılmış kılar.

Zamanında Reis demişti 'Şovalye misin tüm kadınların kurtaracaksın amk' diye. Haklı şovalye değilim belki biraz salağım ama olsun iyi hissettiriyor. Yapay mutlulukları paylaşmaktansa, gerçek yaraları paylaşmak daha rahatlıyor beni.

Ya çok boşluktayım kendimi kandırıyorum ya da gerçekten iyiye gidiyorum.
Ortası yok olsun, güzel hissediyorum.